BLOGGER TEMPLATES AND TWITTER BACKGROUNDS

19 Şubat 2012 Pazar

Tarik saleh - Metropia röportajı


ekşiden bulduğum, filmi çok iyi betimleyen bir röp.


o: bu sizin ilk uzun metrajlı filminiz. ilk filminiz için neden bir distopya evren seçtiniz?

s: bana göre toplumun şu anki durumunu betimleyem bir film yapmak istedim. insanlar metropia’nın gelecek hakkında bir distopya olduğunu söylüyorlar. hayır, gelecek hakkında değil. şimdiki zaman hakkında. ben şu anda avrupa’yı öyle görüyorum.

o: metropia ile 1984 arasında nasıl bir ilişki var?

s: 1984, 60 yıl önce yayınlanmıştı. o kitap, o dönemin betimlemesiydi. o dönemde soğuk savaş vardı. demir perdenin arkasındaki dönemdi. insanların kendini ifade etmeleri yasaktı. orwell, o dönemde gerçekten var olan “büyük birader” toplumundan söz etmiş. telefonun dinleniyormuş. hükümet seni izliyormuş. bugün seni izleyen hükümet değil. seni şirketler izliyor. alışkanlıklarına bakıyorlar. ne tükettiğine, kalıplarının ne olduğuna bakıyorlar. böylece sana daha çok şey satabiliyorlar. bu duyguyu betimlemek istedim.

akşam evde televizyon izlerken sanki seni tanıyorlarmış gibi seninle doğrudan konuşan ve sürekli gelen mesajlar vardır. “daha iyi bir hayatının olmasının hoş olacağını düşünmüyor musun? şöyle hissetmiyor musun?” derler.
sonra birden telefonun çalar. telefonu açarsın ve biri "merhaba tarık. nasılsın?” der. “iyiyim. sen nasılsın?” derim. “iyiyim. hangi telefon şirketini kullanıyorsun?” diye sorar. konuştuğum kişiyi tanımıyorum. bana bir şeyler satmaya çalışan biri. ilk adımı biliyor. nasıl hissettiğimi soruyor. uyanık olduğumuz her saniye tüketicilere dönüştürülüyoruz.

ben bunu ürkütücü bile bulmuyorum. metropia’da sadece betimliyorum. ama birçok kişi için korku filmi haline geliyor. “aman tanrım, bu bir distopya.” diyorlar. hayır, biz o distopyanın içinde yaşıyoruz. bu yalnızca çok alıştıkları için görmedikleri bir gerçek.

size bir örnek vereceğim. bence metropia bir aynadır. çoğu zaman bütün gün etrafta dolaşır ve aynada kendimize bakmayız. güzel olduğumuzu düşünürüz. güzelmiş gibi davranırız. çok güzel görünüyorum, deriz.
sonra akşam eve geliriz. kazara kendimizi aynada görürüz. “aman tanrım. ben böyle mi görünüyorum?” deriz.
“ben bu kadar şişman mıyım? aman tanrım. demek böyle görünüyorum. brad pitt’e benzediğimi sanıyordum.” deriz. bu tipik bir örnek. tüm hayatımız boyunca her şey yolundaymış gibi etrafta dolaşabiliriz. ama biri bizi bir kamerayla takip etse ve biz de onu izlesek nasıl göründüğüne çok şaşırırdık.

bu biraz metropia’ya benziyor. insanlar şaşırıyor. çok depresif bir film diyorlar. ben öyle düşünmüyorum.
ama siz depresif olduğunu düşünüyorsanız toplumun şeklini değiştirmeniz gerektiğini söyleyeceğim. çünkü toplum, metropia’da olduğu gibi.

o: insanlar neden büyük birader tarafından, şirketler tarafından izlenmek istiyor?

s: orwell,1984’ü yazdığında büyük birader deyişini icat etti. büyük birader ürkütücü bir şeydi. birinin seni sürekli izlediği anlamına geliyordu. o kitabı yayınladıktan 60 yıl sonra insanların büyük birader’in içinde olmak isteyeceklerini asla hayal etmezdi. bunu gerçekten istiyorlar.

büyük birader’de olmak için gerçekten kamera önünde seks yapmak istiyorlar. genç insanlar büyük birader’in içinde olmak için sırada bekliyorlar. bence bu bizim işlediğimiz bir kültürle ilgili.

görülmüyorsak hiç kimseyiz. bu yüzden görülmemiz gerekir. çelişki ise güvenilirlikten söz etmemizdir.

“internette güvenilirliğe ihtiyacımız var, kimsenin bizi izlemesini istemiyoruz.” diyoruz. aynı zamanda bütün hayatlarımızı sergilediğimiz bloglar, twitter, facebook var. bunu yapmamızı bizden kimse istemedi.
ama biz özel fotoğraflarımızı koyduk. herkese arkadaşlarımızın kim olduğunu, ilgi alanlarımızı hangi filmlerden, hangi müzikten hoşlandığımızı söyledik. herkesin kim olduğumuzu ve bu dakikada ne yaptığımızı görmesini isterken neden güvenilirlik istiyoruz?

insanların twitter hesapları var. “ailemle birlikte akşam yemeğindeyim. çok sıkıcı.” yazıyorlar. aman tanrım. kendin hakkındaki bilgiyi sen veriyorsun.

bu kültür bir anlamda gözetim kültürünün ters çevrilmiş hali. çünkü gerçekten sürekli olarak herkese nerede olduğunu ve ne yaptığını söyleyen bir kişiyi kontrol etmek ne kadar kolaydır. hiç sır yok. herkes herkese ne yaptığını söylüyor. bence metropia bir anlamda bundan söz etmeye çalışıyor. aslında kendimizi gözlediğimizi söylemeye çalışıyor.

kendi düşmanımız haline geldik. post modern insanoğlu da budur. aslında başka insanlardan korkmuyorsun.
kendinden korkuyorsun. çünkü sınır sensin. sabah uyandığında o aynaya bakınca sınırı görürsün. o kişiyi görürsün. “daha iyi olabilir miyim?... başka bir şey olabilir miyim? değişebilir miyim, belki işimde daha iyi olmalıyım, belki eşimden ayrılıp daha iyi birini bulmalıyım.” bütün bunlar her şeyin değiştirilebildiği bir kültürün parçası.

her şey tüketilmeli. her zaman güncellenmeli. her zaman kız arkadaş 2 nokta 1, 2 nokta 2 olmalı. şu anda bir şeyleri nasıl yapmamız gerektiğini söyleyen bir mesajla gelen bir peygamber gibi konuşuyor olabilirim. o yanıt bende yok. ama bence bundan kimsenin söz etmemesi garip. metropia’da insanların bunu hissetmesini ve kendilerine modern hayat hakkında bazı ciddi sorular sormalarını istedim.

metropia’da en sevdiğim sahne; roger, insanların hayatlarına baktıkları yere, şirketlerin insanların özel hayatlarına baktıkları yere gelir. kendi masasına gelir. kendi hayatına, kendi dairesine bakma şansı vardır.
buna karşı koyamaz. izlemeyle başlaması gerekir. çünkü kendisi de bunun bir parçasıdır. kız arkadaşı orada otururken ona bakmaya başlar. onu ayartmaya çalışan bir de “arkadaş” vardır.

bu sahne benim için çok önemlidir. çünkü kendimize aynada bakmalıyız ve “ben gerçekte kimim? bunu istiyor muyum? yoksa değiştirmek mi istiyorum? der. kendime bu soruyu sormalıyım. sanırım çoğu insan bu soruyu kendisine sormaktan korkuyor.

buna bir parantez açmak istiyorum.

zamanımızda avrupa’da, amerika’da, tüm batı dünyasında özgürlükten söz ederiz. amacın özgürlük olduğunu söyleriz. bir insanın erişebileceği en yüksek değer özgürlüktür. söylemedikleri ise ne zaman bir tercih yapsan bir panik atak yaşanır. bu psikolojik bir olgudur. büyük bir yemek mönüsünden seçim yapacağım. seçtiğim için endişe duyacağım. çoğu kişi seçim yaparken endişe duyar. çünkü bir sorumluluktur. yanlış şeyi seçersen üzülürsün. kendi hatandır. hayatın mutsuz olur. bu kendi suçun. bu batı fikridir.

totaliter bir toplumda, diktatörlükte yaşarsan ve o seçimleri senin için yapan bir diktatör varsa her zaman şikayet edebilirsin. “evet. yukarıdaki şu aptal bütün seçimleri yapıyor ve berbat.” ama mutlu olabilirsin. çünkü seçimleri yapmana gerek yoktur. ben diktatörlükten yana olduğumu söylemiyorum. kesinlikle hayır. yanlış seçimler yapıp üzgün olmayı daha çok tercih ederim. ama ilginçtir. çünkü bence batı dünyasında ve bütün dünyada çoğunluk seçim yapmak istemiyor. bence yönetilmek istiyorlar. daha az özgürlüğe sahip olmak istiyorlar. bunun için bir deyiş bile var. özgürlükten kaçış diyorlar. insanlar sadece tercih yapma korkusundan kaçmak için aşırı dinci gruplara giriyorlar.

örneğin metropia’da kendi düşüncelerin gibi düşünceler üreten bir şirket var. benim avrupa’da böyle bir şirketim olsaydı ortada olurdu. reklam yapardım. “gerçekten iyi, olumlu düşünceler üretirim. abone olabilirsiniz.“ diye reklam yapardım. çok sayıda insanın abone olacağına yemin ederim. olumlu düşünceler üretmem için bana para öderlerdi. çünkü bu bilinen bir olgu. insanlar düşüncelerinden nefret ederler. “aman tanrım. keşke daha iyi şeyler düşünebilsem. keşke doğru düşünebilsem.” derler. bu yüzden üretebilirsin ve “evet, haydi bunu yapalım.” derler. sadece olumlu düşünceler olsun. başarılı bir şirket olur. film yapımcısı olmamalıydım.

o: bu film için juliette lewis ve udo kier'i nasıl ikna ettiniz?

s: filmde istediğim kişilerin bir listesi vardı. filmlerin seslerini alıp ipod’umda dinledim. çünkü çoğu aktörün ve aktristin sesinin aynı olduğunu fark edersin. sesleri gerçekten benzerdir. rol yaptıklarında çok farklı
görünürler. ama onları seslerinden tanıyamazsınız. çok azının farklı bir sesi vardır. ben de farklı sesleri istedim. vincent gallo, juliette lewis, udo kier ve stellan skasgard’ın hepsi çok farklı sesi insanlar. ayrıca dünyadaki en iyi oyunculardan biridirler. bunun için onları istedim. yapımcım onlarla irtibat kurdu. hazırladığımız birkaç dakikalık denemeyi gönderdi. sanırım ilgilenmelerini sağlayan da bu oldu. farklı göründü. o seviyeyi tutturmak çok hoştu. çünkü çok gerçek oluyor.

normal animasyon filmlerinde sesler hep komiktir. simpsons’daki gibi “tanrım, marge oraya gitme.” gibidir. gerçek değildir. yani komiktir. ben de severim. ama gerçek değildir. bu insanlar normalde animasyon yapmıyorlar. bu yüzden karaktere bir filmdeymiş gibi yaklaşıyorlar.

o: babanız bir kukla ve animasyon ustası. film sonrası söyleşide bir ara animasyondan nefret ettiğinizi söylemiştiniz. neden ilk filminizi animasyon yaptınız peki ve animasyon bu filme ne kattı sizce?

s: babam bir animasyon ustası. ben de o ortamda yetiştim. benim için çok zordu. çünkü animasyon yapmak için çok sabır gerekir. o kadar kısa süren bir şeye nasıl o kadar zaman verildiğini anlamıyordum. normalde bir ay çalışırdı ve sadece 20 saniye çıkardı. o kadar kısa bir iş için nasıl o kadar çok çalışabildiğini anlamak benim için mümkün değildi. ama aynı zamanda büyürken favori filmlerim animasyonlardı. izlediğim ilk film dumbo’ydu.
koca kulaklı filin olduğu film. hâlâ favori filmlerimden biridir. çünkü bence animasyon canlı aksiyon filmlerinde yapılması çok zor olan bir şeyi yapabiliyor.

nesneleri göründükleri gibi betimlemez. animasyon nesneleri hissettikleri gibi betimler. örneğin gece uyuyamıyorsanız normal bir filmde bunu betimlemek çok zordur. ama donald duck uyuyamayınca onu borudan akan damlalar ya da gıcırdayan bir şey gibi küçük sesleri dinlerken görürsünüz. bana göre bu animasyonun
en iyi olduğu yöndür. nasıl hissettiğini gösterir.

15 Şubat 2012 Çarşamba

Fotografium Canon 600D profesyonel fotoğraf makinesi hediye ediyor! Yarışmaya katılarak Canon 600D , Manfrotto tripod ve Kata sırt çantası kazanma şan

Fotografium Canon 600D profesyonel fotoğraf makinesi hediye ediyor! Yarışmaya katılarak Canon 600D , Manfrotto tripod ve Kata sırt çantası kazanma şansı yakalayın! http://blog.fotografium.com/fotografium-canon-600d-hediye-ediyor/ sayfasını ziyaret ederek yarışma hakkında diğer bilgilere ulaşabilirsiniz.

10 Şubat 2012 Cuma

Piton-Düşündükçe

yeni klip